28 Ekim 2007 Pazar

En yüksekten... En alçaklara...

Akşamüstü kırlangıçlarının vedaları ile başlar bu şehrin geceleri
İzmir’e usuldan hüzün çöker...

1.
Kelimelerde naftalin kokusu,
Tozlarını alıyorum, kemiksiz çocukluğumun, kemiksiz elleriyle.
Bu kenti güzel yapan sadece bıçak kesiği lambaları!
Sokaklarında kabartma yalnızlıklar yer etmiş
Gardiyanların buğulu nefesleri geceyi karbondioksite boğuyor!
Bu hapishanenin pas tutmuş eşiklerini sevmesem de,
Kapı aralığı kadar yakın bir sevgilim var!
Öyle yakın ki;
Üflesem uçacak,
Sarılsam kaybolacak kadar...

2.
Aşklar kara kutularına kaydedilmeyecek kadar önemsizlikler içinde yüzüyor,
Sadece kara’lığı onları önemli kılıyor.
Sonra iki kişilik bir mezarın dibine gömülüp.
Biz gibi örtbas ediliyor…

Şimdiyse önümde elişi merdivenler,
Düğüm düğüm...
İniyorum tek tek, koynumda çocukluğum...
Merdivenler arası gençlik elimden kayıyor!
Bebekliğimi ve çocukluğumu çok iyi hatırlıyorum.
Azaldıkça çoğalıyor basamaklar... Genişliyor...
Sonra yanımdan geçen asansörlerle yarışıyorum
Yenilen pehlivanım ben! Güreşe doymuyorum!
Cüzdanımın sol tarafından seni de düşürmüşüm...
Bu çalıntı hayat oluyor bir kördüğüm...

3.
Bir şey seni aklıma düşürüyor,
Sonra ikimizi birden denizlere!
Yağmurlarla yağıp, suda boğuluyoruz.
Birbirimizi ateşten gülümsemelerle,
İki kişilik uçuklu dudaklarla,
Bir de, yeşilden maviye dökülen gözyaşlarımızla,
Kalkıp, başka yere taşınması gereken bu şehrin,
En yalnız yerine gömüyoruz...
Ve lanetleniyoruz!

4.
İzmir bu kuşlarla geceyi karşılar...
Bense bit pazarında, yenik bir savaşın bozuk pikabı!
Belki de boş plağı...
Kırık döküğüm!
Zaman ne çabuk geçmiş, anlayamadan...
Amortisiz piyango biletleri,
Türkçe dublajsız, altyazısız gâvur filmleri gibi...

5.
Geç gelen her sabahla beraber
Nasıl bir kör, gündüzü gece yapar, çoğaltır;
Nasıl bir makas, kuru bir yarayı kanatır;
Nasıl bir resim, unutmayı öğretir, ağlatır;
Mevsimler de seni yazarak öyle geçmiş işte,
Satır satır...

6.
Umutlarım elektrikli sandalyeye bağlanmış
Ter içinde kalıyorum!
Sonra kalkıyorum sandalyeden,
Saçların, hasret kokan bir deniz feneri,
Yakamozları affeden anne şefkati...
Bir taraf kül tablası olmuşken,
Bu sevgi söndürülmüş bir sigara izmariti!

Ve son.
İzmir’de gece, başlar melankoli,
Hayat sanki kopmuş bir film şeridi!
Gözlerimse;
Yokluğunda, teneffüse dağılan bir ilkokul şimdi...

(
İşte o kemiksiz çocukluğumun kemiksiz elleriyle ipekten bir elveda örüyorum sana bugün..Ve kendini zehirlemiş, suçlu bir enjektör olarak hastane arşivlerine kaydediliyorum.. Sen bilmezsin; git diyemem..ama gelme! Aynı nehri bile birleştiremeyecek köprüler olmuşken, ne olur bir daha sevme!)

1 yorum:

Adsız dedi ki...

bir izmir hikayesi, kısa ama çarpıcı.. kalemine sağlık..


Izmir

Karabük